Tavsiye Edin

Pandeminin sosyolojisi

Pandeminin sosyolojisi

Filmde ilk salgın ölümünün nedeni anlaşılmaz. Korona da diğer virüsler gibi böyle başlar. İnsanlar önce bilinmedik nedenlerden ölür, ölüm nedenleri daha sonra anlaşılır.

Kimi filmlerin ve romanların nasıl olup Corona'yı öngörebildiği gizemli bir havayla sunuluyor. 

Oysa bu öngörülerin çok basit bir nedeni var: Hayat da kurmaca yapıtlar da anlatıbilimin temel ilkelerini izler:

Kişiler (K) bir ortamda (O) olaylar (O) yaşarken gösterilir. Buna 'OKO' diyoruz.

OKO'nun ağırlıkları anlatıya göre değişir. Kimi anlatıda kişiler (örneğin yaşamöyküleri), kimilerinde ortam (örneğin belgesele ve sahte belgesele (mockumentary) yakın yapımlar) ve son olarak kimilerinde olaylar (örneğin vurdulu kırdılı filmler) öne çıkar.(2)

İnsan dillerinin yapısı bile OKO'yla koşutluklar taşır: Özne (kişi)-Nesne (ortam)-Yüklem (olay) üçlemesi sıralama değişse de tüm dillerde görülür.(3)

Gestalt psikolojisinde bunu 'figür-arka plan' olarak görürüz. Gerçek hayatta da kurmaca yapıtlarda da pandemi anlatılarını şu biçimde OKO'layabiliriz:

Ortam-Kişi-Olay üçlemesi

Ortamlar: Pandemide tüm dünya söz konusu. Yaygın anlatı ortamları ise, boşalmış meydanlar, toplu taşıma araçları vb., hastaneler ve diğer sağlık kuruluşları (hasta yatakları, yoğun bakım birimleri vb.), yalıtılma içinde beklenilen evler, aşı ya da genel olarak çare arayışında olan araştırma merkezleri, karar vericilerin bulunduğu devlet kurumları vb. olacaktı ve böyle oluyor.

Kişiler: Temel olarak, pandemiye yakalananlar, yakalanıp yaşamını kaybedenler, yakalanıp iyileşenler, taşıyıcılar, yakalanmamışlar, yakalanma korkusu taşıyanlar ve her bir grubun yakınları (bu korku gerçek bir temele de dayanabilir, bir psikolojik bozuklukla da ilgili olabilir). Ayrıca, sağlık çalışanları, çare arayan araştırmacılar, karar verici devlet insanları, evlerde bekleyenler, çeşitli nedenlerle evde kalamayanlar vb.

Olaylar: Temel olarak pandeminin ortaya çıkışı, ilk bulaşmalar, ölümler ve iyileşmeler. Bilimin çare çabası. Devletlerin aldığı önlemler, bu önlemlere yurttaşların uyması ya da uymaması. Etkilenenlerin başından geçenler.

Yalıtılmışların evlerde yaşadıkları.

Pandeminin çan eğrisi izlemesi, yaygınlaşması ve düşüşü. Bu düşüş için, 3 ana olasılık var: Prof.Dr. Mehmet Ceyhan'ın ileri sürdüğü gibi: "insanların virüse bağışıklık kazanması, etkin bir aşının bulunması ya da virüsün zaman içinde mutasyona uğraması sonucu etkisini yitir"mesi.(4)

Bu olasılıkların tümünde bulaşma ve ölüm oranlarının artması bekleniyor.

Bu girişten sonra Steven Soderbergh'in 'Salgın' (Contagion, 2011) filmini değerlendirebiliriz. Filmi izleyecek olanlar bundan sonrasını daha sonra okumalılar, çünkü bolca tatkaçıran (spoiler) söz konusu...

Salgın: Dünyanın Korona hali...

Filmde ilk salgın ölümünün nedeni anlaşılmaz. Korona da diğer virüsler gibi böyle başlar. İnsanlar önce bilinmedik nedenlerden ölür, ölüm nedenleri daha sonra anlaşılır.

Bugün bilim yeterince ileri olmasaydı, Covid-19 saptanamayacak, 'gizemli bir hastalık' denecekti.(5)

Örneğin veba böyle olmuştu. Filmde salgın Macau'da/Hong Kong'da başlar ve salgının yarasalardan ve domuzlardan geçtiği öngörüsünde bulunulur.

İlk ölenin eşi, karantinada tutulur, fakat bağışıklığı olduğu anlaşılır. Devlet katlarında bunun biyolojik bir silah olması olasılığı konuşulur - ki bu da koronayla ilgili komplo kuramlarından biriydi.(6)

Filmde, görevli doktor da salgına yakalanır ve ölür. Toplum ise, (Katrina Fırtınası ve 11 Eylül'den esinle) umutsuzluk, yağma ve kaosa sürüklenecektir. Panik, salgından daha hızlı yayılarak daha büyük kayıplara yol açacaktır.

5 G'den yayılan virüs

Virüse tepkimiz birazda çağımızın iletişim yollarının artmasıyla şekillenmekte. Sosyal medya, ana akım medyaları bastırır noktaya geldi. Özellikle dezenformasyonun sosyal medya ile zirveye ulaştığı çağımızda ortada gezen haberler, toplumu sosyolojik ve ekonomik olarak etkilemekte. Gerçekte güvenilmeyecek kaynaklar ve haberler bile korkuyla ve "ne olur olmaz" kaygısıyla ciddiye alınmaya başlanıyor. Komplo kuramları inkarın bir parçası olarak ele alınıyor. Virüsün bilinçli yayılmasından tutun da ona 5G iletişim sistemlerinin neden olduğuna kadar varan örnekler ilgi çekiyor ve yayılıyor. Korku, virüsten hızlı hareket ederken bir anlamda ilkel güdülerimize sarılmak ve hayatta kalmak için yapabileceklerimizin zeminini hazırlıyor.

Yaş Ayrımcılığı

Korkunun şekillendirdiği insanlar, uygarlığı sürdürmek veya ilkel sürüngen beyinlerine yaslanmak konusunda arada kalıyorlar. İlkel çağlardan günümüze çok uzun insanlık tarihinin yanında, bir an gibi kalan uygarlığımızın sınandığı bir noktadayız. Olay her ne kadar benzerlik göstermese de akıllara William Golding'in 'Sineklerin Tanrısı' kitabını getiriyor. Bir grup kolej öğrencisinin düştükleri ıssız adada yabanileşmesini anlatan yapıt, uygarlık ve ilkellik arasındaki geçişin nasıl olabileceğini anlatıyor. Marketlerdeki kavgalar veya kurallara uymadığı düşünülen insanlara yönelik tepkiler gittikçe artmakta; hatta yaş ayrımcılığına varmakta. İnsanlar, bir anlamda tedbir ve yaşamak için özgürlüğü feda eden tutumlar geliştirebiliyor. Sokakta insanlar yaşlılara 'sataşabiliyor' veya ihbar etmeye çalışabiliyorlar. Kendileri gibi insanlarla gruplaşıp ötekileştirmeye devam edebiliyorlar. Burada öfkenin yönlendirilmesi gibi görünse de her şey kendi yaşama olasılıklarını arttırmak üzerine. Kimsenin hasta olmamasını isterken bile aslında istenen, birisinin hasta olarak ileride o hasta olduğunda ihtiyaç duyduğu kaynakları tüketmemesi...

Karantina ve Öz-Karantina

Kaldı ki herkes kendi sınıf gerçeğini toplumun gerçeği olarak görmekte ve kendi öz-karantina sürecine bağlı kalarak ve/veya böyle bir uygulama yoksa karantinaya herkesin uymasını istemekte. Ne yazık ki kapitalizm ve neoliberalizm politikalarının şekillendirdiği sistemler ve yarattığı derin sınıf uçurumları bunu olanaklı kılmamakta. Yaşama güdüsünün özgürlüğe olan arzunun önüne geçtiğini görebiliyoruz. Haklı olarak herkesin öz-karantinaya uyma iradesine veya bilincine sahip ol(a)maması bunda büyük bir etkendir. Primat olarak hayatta var olmak için evrimsel olarak geliştirdiğimiz sosyal varlıklar olma güdümüzün engellenmesi de korkuyu arttırmaktadır.

Pandemiyle Uzaktan İletişimin Yükselişi

Evrim yine işleyerek bizlerin bu duruma da adapte olmasını sağlayarak, teknolojiyle birlikte yeni bir yaşam tarzının olabileceğini de bize öğretiyor. Sosyal medya veya diğer internet unsurlarıyla insanlar sayısal (0 ve 1'li ikili sistem) olarak yeniden kimliklerini tanımlamaya başlamıştır. Yeni bir olgu değil gibi görünse de daha önce sosyal medyayı daha az kullanan ileri yaşlardaki kuşak, internete daha fazla eğilmeye, teknolojileri takip etmeye ve iletişim kurmak ve günlük ihtiyaçlarını gidermek için interneti daha çok kullanmaya ve bu durumu kabullenmeye başlıyor. Önceleri bir haber alma-haber verme aracı olan platformlar, kimi çevrelerce sosyal açıdan küçümsenirken, gereklilik olarak kabul edilmeye veya görülmeye başlanıyor. Yükselen dijital çağa yaklaşımdaki kuşak farkları kapanma eğiliminde. Uzaktan eğitim de bu süreçte etkili oluyor. Öte yandan, bir kesim ise sınıfının getirdiği zorluklardan dolayı ekonomik olarak da var olma kaygısı yaşamakta. Küçük işletmeler, ücretsiz izne çıkarılan, işten çıkarılan, işini kaybetme endişesinde olan veya enfekte olma pahasına çalışmak zorunda bırakılan insanlar toplumun büyük bir bölümünü oluşturmakta.

Kendi Kuyruğunu Yiyen Yılan Misali

Büyük ülkeler arkası arkasına açıkladıkları programlarla sermayelerini güven altına alarak halka da elde ettikleri artı değerleri dağıtır görünüp sistemlerini koruma telaşı içinde. KOBİ'ler için de para üzerine dönen komplo kuramları söz konusu. Bu dönemlerde çıkan spekülasyonlarla işlerini yürütmeye çalışmaktalar. Kısa erimde kazansalar bile uzun erimde kaybetmek durumunda kalacaklar gibi görünüyor. Yani doymak bilmeyen iştahıyla kapitalizm, Ouroboros misali (Eskil Mısır'da kendi kuyruğunu yiyen yılan) kendine tüketmeye devam edecektir. Bazı çevrelerce beklenen bir ekonomik kriz, gerçekleştiği durumda modern çağların yaşadığı daha önceki bunalımlardan farklı olacaktır. KOBİ'ler daha çok etkileneceğine göre, pandemi, sermayenin tekelleşme eğilimine ivme kazandıracaktır. Birçok KOBİ uzun erimde iflas bayrağını dikmek zorunda kalacaktır.

26 Milyon Ölüm

Filme dönersek, 'Salgın'da bir süre sonra zeytingiller ailesinden 'altınçanak' adlı bir çiçek (forsythia) yok satar; bunun nedeni, popüler bir ismin bunun salgına deva olduğunu ileri sürerek insanları dolandırmasıdır. Bu da akla, doktor olmayıp reçete paylaşanları ve sahte ürün pazarlayan ünlüleri getirir. Filmde dünyada her 12 kişiden biri virüs kapar. Bu da ortalama olarak 500 milyon hasta demektir; bunlarınsa 125-150 milyonu ölecektir. Ölü sayısı dünyada 26 milyona ulaştığında aşı bulunur. Gerçek yaşamda aşı bulma süreci daha da uzayabilir, çünkü çok çeşitli test aşamalarından geçilmesi gerekiyor.

Yarasadan Domuza, Domuzdan İnsana

Filmin sonlarına herhalde ilgi uyandırmak için bir vurdu-kırdı (kaçma-kaçırma) sahnesi de eklenmiş. Sonda ise başa döneriz: Salgının nasıl başladığını öğreniriz. Film bu noktada çok gerçekçi: Pandemiyi ekolojik yıkıma bağlar. Görünür nedenlerin altında yatan asıl neden, insanlığın tür tarihinde bir sapma sayılması gereken kapitalizm eliyle diğer canlıların, özellikle yabanıl hayvanların yaşam alanlarını tehdit etmesidir. Yaşam alanları tehdit edilen yarasalar, virüsü bir domuza bulaştırır. Domuzu servis eden kasino ise virüsü farkında olmadan dünyaya yayar...

Bir Tıbbi Gerilim Filmi

Film nasıl bu kadar gerçekçi olabiliyor? İlk neden, yazının başında belirttiğimiz gibi anlatıbilimle açıklanabilirse, ikinci neden ise, filmin gerçekçi olmak için özel bir çaba sarf etmesinde. Film, bu niyetle, yer yer belgesele kayarak sıkıcı olmayı bile göze almış. 'Salgın', 2002-2004 SARS ve 2009 grip salgınlarından ve yarasalardan bulaşan Nipah virüsünden esinlenmiş. 'Tıbbi gerilim' anlatısı olarak tarifleniyor. Gerçekçilik için danıştıkları doktorlardan birinin daha sonra koronaya yakalanması da dikkat çekici.(7) Film için Dünya Sağlık Örgütü'ne de danışılmış. Film, bir salgını öngörebildiği gibi, gerçek yaşamda da salgın öngörülmüştü; fakat devletler, bilim insanlarının yıllar önceki uyarılarını dikkate almadı.(8) Önlemler haftalar değil yıllar önce alınsaydı daha az kayıp olacaktı...

Kapitalosenin Sonu Olarak Korona

Ancak, bürokrasi ve kayırmacılığın eleştirisini not etmekle birlikte, filmin sosyolojik açıdan gerçekçi olmadığı önemli bir nokta var: Zaman aralığı dar; pandemiyi geçici bir olay olarak anlatılıyor. Pandemi uzun bir zaman dilimine yayıldığı/yayılacağı için toplumsal değişimlerin kalıcı etkileri söz konusu olacak. Kimilerine göre, veba mikrobunun keşfi, Orta Çağ'ı bitirmişti;(5) korona da, kapitalizm kaynaklı ekolojik yıkımı, bu antroposen değil kapitalosen çağında durduracak ya da en azından yavaşlatacak güçte...

Aşı Piyangosu

Filmde aşı için piyango yapılıyor; herkes için yeterli sayıda aşı yok. Gerçek yaşamda, kapitalizmde aşı, sınırlı sayıda olsaydı, piyangoyla değil herhalde açık artırmayla dağıtılırdı. Sonuçta, özelleştirilen sağlık sisteminde, en iyi hizmeti en çok parası olan alıyor. Bu koşullarda kimin sağ kalacağına, ve demek ki öleceğine de, kapitalizm karar veriyor. Sosyal ya da sosyalist bir devlette ise, sağlık hizmetleri ücretsiz olacaktır, ücretsiz olmanın ötesinde bir yurttaşlık hakkı olarak yüceltilecektir.

Trilyon Dolarlık Soru...

Gerçek yaşama dönelim: Bundan sonra neler olur? Koronaya sosyolojik açıdan bakan çeşitli yazılar var, tekrara düşmeyelim.(9) Yine de şunları söyleyebiliriz: Dünya, virüse karşı, kamulaştırmalara yöneliyor. Sosyal devletin ve sosyalist düşüncenin yeniden canlandığı/canlanacağı bir döneme giriyoruz. Virüsten en çok etkilenen ülkeler, genellikle sağlık sektörünü büyük oranda özelleştirmiş olanlar... Bu ülkeler, Çin gibi hızlı tepki veremediler, çünkü sağlık sistemleri tek elden yönetilmiyordu. Sovyetlerin çöküşüyle birlikte kötü gösterilen merkezi planlamanın saygınlığı geri veriliyor. Daha fazla devlet, ekonomik olarak sosyal devleti canlandırırken, politik olarak ise büyük biradere cansuyu oluyor. Oysa insanlık için en iyi çözüm, hem özgürlüğü hem eşitliği gözeten bir toplum yapısı... Aşının bulunması da gerçekte buna bağlı. Kâr/kazanç amacı güden bir müdahale ve aşı arayışı, yalnızca zenginleri kurtaracak, ölümler sınıfsal olacak. Şeffaflığı gözetmeyen bir müdahale ve aşı arayışı ise, yurttaşların özgürlüklerini (en başta bilgi edinme ve haber alma özgürlükleri) dikkate almamış olacak... Bir yurttaş devleti, yurttaşların denetimindeki merkezi bir devlet, bir yandan özgürlüğü bir yandan eşitliği güvence altına almış olacak. Fakat asıl soru şu: Bu, kapitalizm içinde mümkün mü? Aşının bulunması değilse bulunan aşının yaygınlaştırılması da bu soruya bağlı...

Takip Edin